11 Ağustos 2017 Cuma

ŞEHRENGİZ


















                              ŞEHRİN İNKÂR EDİLEN DİLİ ; MEZARLIKLAR





Ey mezâristan, nihan ka´rında yüz binlerce mâh,
Fışkıran hâk-i remîminden bütün nûr-i nigâh!
Nâzeninler yâl ü bâlinden nişandır her kiyâh...
Serviler Mevlâ ya yükselmiş birer berceste âh,
Hufreler Mevlâ´dan inmiş en emin bir hâb-gâh.
                                                                                                                   
                                                                                                 Mehmet Akif Ersoy


Şehirleşme – toplum – hafıza üçgeninde dikkat çekmeye çalıştığım toplumsal yaşamımızın gözlerden uzak ayrıntılarından başka birine temas etmek istiyorum bu yazımda. Modern anlayışın unutturdukları arasında saydığım “mezarlıklar” bu ayrıntıların başka bir örneğidir.

Şehrin bütünlüğü içerisinde ana unsurlardan birini oluşturur mezarlık. Sokaktan geçerken, evimize giderken, okul yolunda hep mezarlık çarpardı gözlerimize. Ölümün tazeliği gündelik hayatın bir parçası olurdu. Ölüm sessizliği öfkelerimizin, hırslarımızın, doyumsuzluğumuzun çaresi olurdu bir nebze. Yaşamla ölüm arasında bir terazi vazifesi görürdü mezarlık; aldığın nefesi verememek verdiğin nefesi alamamak arasındaki ince çizginin hafızamıza işlenişi adeta.

Modern çağla birlikte bu iç içelik de değişti birçok şey gibi. Büyük kentlerle birlikte metropoller yayıldı yeryüzüne. Yayılmakla kalmadı şehirler, yatay mimariden dikey mimariye evrildi meydan okuma biçimindeki maddi güç. Düzenli, planlı, sistematik şehir kurgulamalarıyla ruhsuz sitelere geçerken haysiyetli mahallelerden manevi kıymeti de kaybettik.


Ölüme meydan okuyan muasır medeniyet(!) çareyi insan hafızasıyla oynamakta bulmuştur. 
Modern çağlarla beraber insanın ölüm olgusuna bakışı sadece bizde değil, bütün dünyada köklü değişikliklere uğramış ve insanın sıradan gündemine, eskiden hiç de sıradan olmayan hatta bir zamanlar tabu sayılan mevzular girmiştir. Haz, eğlence, sınırsız yaşam, doyumsuzluk, kanaatsizlik, aç kalma korkusu, yarın endişesi, geleceği garanti altına alma emeli, hız, koşuşturma, mal düşkünlüğü, makinalaşma ve beraberinde robotlaşma gibi bizleri insanî değerlerden uzaklaştıran ve vicdan muhasebesinden uzaklaştıran kavramlar hayatımızın merkezine yerleşti. Ölümle ve mezarlıklarla yüzleşmemek, adeta ölümü öldürmekle ve  mezarlıkları şehrin dışına taşımakla formüle edildi. Teknoloji, hayatımızı o kadar sarıp sarmaladı ki sanki her şeyi unutturma üzerine programlamış gibi. Ölümün bile bir tüketim aracına dönmesi insan ruhunun derinliğinin bir tuş’a kurban edildiğini gösterir.

Çağdaş teknoloji gündelik hayatımızı değiştirmedi sadece. Bizi kitlesel ve beklenmedik ölümlere sevk etmesi bakımından değil kentlerimizin mimarisini değiştirmesi suretiyle de ölüm bilincinden uzaklaştırdı. Çünkü artık mezarlıklar kentlerin dışına taşınmakla kalmadı, cenazeler de arabalarla ve hızla gözümüzün önünden geçip gidiyor… (halbuki eskiden) cenaze alayı çarşıdan geçerken hemen bütün esnaf bir şekilde cenazeye katılırdı. “ Allah rahmet etsin, mekanı cennet olsun” gibi dualarla herkes tabutun taşınmasına yardımcı olurdu. Hemen her gün tekrarlanan bu olay ölümü insanların gözünde munisleştirir, insancıllaştırır, daha da önemlisi insanın kendisini irdelemesine fırsat verirdi.(Özdenören)



Ölümü sevgiyle kucaklayan  bir medeniyetten yaşamı ölümden arındıran bir medeniyete geçişi anlatısıdır mezarlıkların hayatımızdan uzaklaşması. 

Mehmet Akif’in “Mezarlık” şiiri baştan sona bu kaybolmuş muhabbetin bir anlatısıdır :

           

“   Ey mezâristan, ne âlemsin, ne yüksek fıtratın!
    Sende pinhân en güzîn evlâd-ı  insâniyyetin;

    Senden istimdâd eder feryâd-ı ye'sin, haybetin.
    Bir yığın göz nûrusun, yâhud muhammer tıynetin,

    Rûh-i pâkinden coşan gözyaşlarından milletin!
    Şanlı bir târîhsin: Mâzî-i millet sendedir.

    Varsa ibret sendedir, hikmet de elbet sendedir;
    Devr-i istîlâ durur yâdında, devlet sendedir!




    Çünkü hürriyyet, hamâset sende, gayret sendedir,

    Zindegî zillettir artık, bence izzet sendedir!”




 Mezarlık, milletin temiz ruhundan coşan gözyaşlarından, bir yığın göz nurundan bir alem. İnsanlığın en seçkin evlatları sende saklıdır. Varsa ibret sendedir, hikmet de elbet sendedir. Yaşamak alçaklıkla bir,  şeref ve itibar sendedir. Diriler dünyasını o gürültülü ortamında mezarlık bir sığınaktır. Ben merkezli, menfaat odaklı ve dünya ile sınırlı bir mefkûre yapısı, bunu anlamakta güçlük çekebilir tabi ki. Ancak dünyanın geçiciliğini kabul eden ve ölümden sonraki yaşama inanan bir anlayış ölümün asıl diriliş olduğunu, dolayısıyla mezarlıkların onun inanç dünyasındaki anlamını kavrayabilir. Mistik Doğu dünyasının algısında ölüm var olmaya atılan bir adımdır. Mevlana’nın “Şebb-i Arus” dediği “Düğün Gecesi / Kavuşma Gecesi” bu düşüncenin ürünüdür.

Jose Saramago, “Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş” adlı romanında bizleri ölüm karşısındaki tutumumuzu belirlemeye ve taraf olmaya iter. Ölümsüzlüğün anlık sevincinden sonra insanlığın yaşadığı hayal kırıklığı ve kaosu bir arada yaşarız. İnsanın ölüm karşısındaki çare arayışı, ölümsüzlük karşısındaki çaresizliğine dönüşür. Hayatımızdan kovmaya çalıştığımız ölüm yaşamanın ilacıdır aslında. Bu döngü içerisinde ölüme yüklediğimiz anlam belki bizleri biraz ferahlatabilir.


Modern dünyanın insanı nesneleştiren, canavarlaştıran bununla birlikte dünya krallığına iten sahte yapısı, ölümsözcüğünün ürkütücü, soğuk, iç karartan çağrışımlarını kullandı. “Mezar kelimesinin ziyaret edilen yer anlamını öteleyen, daha çok korkunç ve kaçılan yer tarifi  üzerinden mezarlıklar da hayatımızdan uzaklaştı. Ünlü kuramcı İtalo Calvino’nun “Görünmez Kentler” dediği mezarlıklar, aslında dünyamızın en katmanlı gerçeklerinden biridir.

Mezarlıklar, hayat ile ölüm arasındaki, hayat açısından son, ölüm açısından ise ilk duraklardır. Fani dünya ile ebedi dünya arasında ince bir çizgidir bu mekânlarımız. Dünya hayatının bitiş noktası ve ölüm anından itibaren başlayan âhiret hayatının da ilk anını dile getirmektedir. Mesele ölümü bir müjde gibi karşılayabilmekte. Necip  Fazıl “Ölüm Güzel Şey” şiirinde ;


“Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber...

  Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber?...

  Öleceğiz müjdeler olsun, müjdeler olsun !

  Ölümü de öldüren Rabbe secdeler olsun!”


  …

derken bu pencereden seslenir. 


Yunus Emre’nin;


 “Ölümden ne korkarsın
   Korkma; ebedi varsın”

“Yunus öldü deyû salâ verirler
  Ölen hayvan imiş aşıklar ölmez”

“Ölürse ten ölür
  Canlar ölesi değil.


dizeleri, ermiş bir insanın ölüm karşısındaki tutumunu sergiler.



Ölüm insanlık tarihiyle eşittir. Kabristanlar da hakeza. Kimimiz ölümü korkuyla, kimimiz endişeyle, kimimiz sevinçle bekleriz. Mukadder olan şudur ki; hepimiz ölümlüyüz. Bunda değişecek bir şey yok. İnancı, rengi, ırkı, dili, dini fark etmeksizin her insan ve her nefis ölümün pençesinden kurtulamayacaktır. İnsanlığın sunî değer yargıları hiç ölmeyecekmişiz algısı yaratarak ya insanı  bir makine dişlisine çevirdi, ya dünya krallığını vaad ederek insanı insana kırdırdı, ya maddeye tapacak bir köleye çevirdi, ya da şehvetinin ve hazzının kölesi yaptı. Bu sadece modern çağın problematiği değil insanlığın sorunudur. Ancak zaman ilerledikçe insanlığın battığı çukur daha da derinleşmektedir. Modern zaman dediğimiz günümüz dünyası da insanlığın hak ettiği değeri kendisine tevdi etmemiştir. Kaldı ki bu dünyada göçmüş insanlara, onların istirahatgahı olan mezarlıklara verilecek değer bir hayli ilgimizden uzaktır.

İnsanlığın geçmişle olan bağını her zaman canlı tutan kabristanlar bir dilin de taşıyıcısıdır. Birer kültürel miras ve medeniyet halkasıdır aynı zamanda. Yüzlerce metre yüksekliğindeki betonarme ve cam bloklardan oluşan yapılar itici olmakla kalmayıp insan ruhunu ezen mimari özelliklerden yoksun kuru ifadelerdir. Mezar taşlarına işlenmiş bir yazı, göğü delme niyetindeki bir gökdelenin çirkin görüntüsünden daha etkili bir ses bırakır kalplerimize. Bu ses ölüm sessizliği ve döngüsüdür. Dünya durdukça yankılanacak kulaklarımızda. Hilmi Yavuz’un güzel dizeleriyle bitirelim :

“ölüm uysal bir mesnevi gibi 

  aktı gider, döne döne”








Bu içerik Kişisel Blog - İsmet Kanber tarafından hazırlanmıştır.



1 yorum:

  1. Dokunulmazlığı olan mekânlarımıza girip ölüme yaşam katmışsın...şehirli mekânlar havalıdır...

    YanıtlaSil