3 Ağustos 2017 Perşembe

ŞEHRENGİZ






                                                             
 SOKAK LAMBASINDAN ŞEHİR IŞIKLARINA



                                                        İsmet Kanber 

Demir sokak direğinin tabağa benzeyen çinko çanağı, sarı ışıklı ampulüyle hep bana çocukluğumun en muzır anlarından birini hatırlatır. Zifiri gece karanlığının içinden süzülen baygın ışık, evimizin penceresinden odaya doğru hafif bir ışıklandırma vazifesi görürdü. Bu loş ışık altında kendimi güvende hissederdim. Gün ışıdığında lambanın hala yanıyor olması, boşa giden enerji duyarlılığımı pek uyandırmıyordu doğrusu. Yeter ki lamba hep yansındı. Ancak ampulün de bir ömrünün olduğunu düşünmezdim. Sokak lambası yanmadığında, gece lambasının evimizde olmaması beni tedirgin ederdi karanlık korkusuyla. İşte muzırlığım orda başlar yanmayan sokak lambasından kızgınlığımı çıkarır çinko çanağı taşa tutardım. Kimi zaman yanıma iki arkadaşımı da alır ampulü kırmakla birlikte çinko çanağı yara bere içinde bırakırdık; yenisi takılır ümidiyle.

İki bin iki yüz yirmi beş rakımlık Kurubaş Geçidi’nden Gürpınar Ovası’nı gece izlediğinizde en az benim lisedeki edebiyat öğretmenim kadar  heyecan duyardınız. Gürpınar’a tayin olmuş Öğretmenimin “Acaba Gürpınar nasıl bir yer?” merakı, gece Kurubaş Geçidi’nden geçerken cevabını bulmuştu bulmasına ama gündüz pek de keyfi kalmamıştı öğretmenimin. Gürpınar Ovası’nı rengarenk boylayan ışıklar, kocaman ve modern bir şehir görüntüsü sunar size gece vakti Kurubaş’tan. Ancak bu, güneş doğuncaya kadardır. O zamanlar üç bin nüfusluk, küçücük ve dağınık ilçe, ışıklarıyla hayli güzel ve büyük görünse de gerçeğin böyle olmadığı sabah anlaşılıyor hala.

Osman öğretmenimin hayalini süsleyen ışıklar onun için bir kabusa dönmüş olsa da benim lamba ışıklarıyla olan bağım hiç değişmedi. Ölmeye yatmış gecenin karanlığını delen ışıklar, sanki hayatın canlılığını anlatırdı bana. Köyün diğer ucunda ya da uzaktaki başka bir köyden görünen ışıklar, orada birilerinin var olduğu hissiyatıyla beni mutlu ederdi.






Sokağın iki yanına belli aralıklarla dikilen lambalar benimle büyüdüler. Ben büyüdükçe lambalar çoğaldı. Lambalar çoğaldıkça şehirler büyüdü.

Modernizmin bize unutturduğu sokak ve insan ilişkisi, hatırlandıkça her birimize derinden bir ahh! çektirir. Koca metropollerde yalnızlaşan insan, eskiye dair ufak bir detayın özlemiyle geçmişine sığınır. Şehirlerin eskiye dair hatıraları daha bir anlam kazanır zannımca. Gece bekçilerinin düdük sesiyle uyananlar güven tazelerdi adeta. Şüphelerimizi ve korkularımızı yenen ışıklar da vardı tabi. Bekçilerin düdük sesiyle başka bir manaya bürünürdü; “siz rahat olun biz burdayız” dercesine.

Gaz lambasından sokak lambalarına ordan modern şehir ışıklandırmalarına…

Bir serüveni var şehir ışıklarının. Antakya’nın Herod Caddesi’nde meşalelerle aydınlatılan gece, Gaz Lambası’yla aydınlatılan Kurtuba’ya uzanır. Oradan Lyon’daki İmperiale Caddesi’ne renk verir Ark Lambaları. Ve 1910’lu yıllarda Üsküdar, Kadıköy sokaklarını süsleyen binlerce sokak fenerleri…

Zaman uzuyor ışıkla beraber. Lambalar yayılıyor her yanıma. Gece gökyüzüne uzayan binalar çarpıyor her taraftan. Işıklar sınırsız. Renklerin dansına şahit her on ikisi gece saatlerinin. Bekçiler yok, yapayalnız ışıklar ve lambalar.

Karanlığın  boynuna gerdanlık dizili. Süslü bir sessizlik akıyor tepelerden. Yoksa nasıl  bir dizeye dönerdi şairin şiirinde lambaların sessizliği?

                     “Sokak lambalarının sessiz ışıkları süslüyor
                      Geceyi, tepeleri ve caddeleri”

                                                                   (Cesare Pavese)

Sessizliğin adıdır lambalar. Işıklar tenhaya tutkun birer imge. Yalnızların sır kapısıdır. Sevgilinin eli bir başka sıcak geceye ışık vurunca.
Köyler, kasabalar, şehirler…





Medeniyetin aynasında bir başka tarif yapar ışıklar üzerinden. Geceye, karanlığa yazılmış şehrin dilidir ışıklar. Caddeler uzadıkça uzar, nehirler renkli akar, denizler perde perde dalgalanır yakamozlarla.
 Sevgiliye mecbur kalmış Attila İlhan’ın
                           …
                         “Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
                          Sokak Lambaları birden yanıyor
                          Kaldırımlarda yağmur kokusu”
                          …
şiirinde parçalanan bulutlarla, kaldırımdaki yağmur kokusu arasında birden yanan sokak lambaları, anlamlı bir imgeye dönüşür.
“Sisler Bulvarı” şiirinde ise sıtmaya tutulmuş bir sokak lambasının öksürük seslerini duyumsatır bize. Yürüyen bulutlara lambaların öksürük sesleri eşlik eder.
                         …
                         “Sisler Bulvarı’nda seni kaybettim
                          Sokak lambaları öksürüyordu
                          Yukarda bulutlar yürüyordu”




                          …
Yeri gelir gecenin bir vakti sokağa atılmış çocuğun kimsesizliğini anlatır lambalar. Sokakta bir lamba gibi yaşamak şairin yalnızlığının ifadesine dönüşür. Bir damla gibi yalnız, bir gece sesi gibi tek…
                              …
                             “Yaşamak bir sokak lambası gibi
                              Bir gece evden atılmış bir çocuk sanki
                              Tek bir damla tek bir ses gibi
                              Aklıma düşüyor”
                              …
                                                                  (Cahit Zarifoğlu)
Bir başka şiirinde Zarifoğlu;
                            
                             “Bakıyorsun kuşlar
                               Hazır
                               Sokak lambaları yanık unutulmuş”

dizeleriyle, çocukluğumda gündüz yanmaya devam eden lambanın sebebini hatırlatır bize. Aynı zamanda kuşların mesken tuttuğu yer mi bir lambanın varlığı? Neden olmasın? Sokağa atılan çocuğun yalnızlığına kim şahitlik edebilir bir lamba kadar?

Şükrü Erbaş’ı dinleyelim;
                              
                               …
                             “Bütün ışıklar yalnızlık yanar
                              Bir çocuk tenha
                              Şarkılar söylerse uzaklara kaybolur”

Bir lambanın içinden geceye bakmak ya da hayatı okumak bir lambanın ışığından…

Neden bu kadar bütünleşir bir lamba çocukla? Herkes zehrini geceye mi döker? Çocuğun masumiyetini ışığa sermek midir şairin yaptığı. Tenha bir çocuk, uzaklara kaybolan şarkılar söyler yanan geceye.

Ben büyüdükçe büyüdü lambalar, büyüdü ışıklar, büyüdü renkler…

Teknolojik aklın cevheriyle süslendi sokaklar. Yalnızlığını süredursun yalnız lambalar. Şehirler ışık akıyor. Led teknolojisinin galebe çaldığı ışıklar şavaşında şairin imgeleminde kaldı gece bekçisine yarenlik edenler. Her yerden ışık sağanağı. Sel olur bazen köprülerden. Mahyalardan bir başka manaya evrilir ışıklar. Şehirlere kan pompalar. Rengarenk, pırıl pırıl yaşam dolu…

Gece beyaz bir örtü sanki. Işıklarla yıkanıyor herkes, akşamsefaları ışıklarla buğulanıyor. Gökyüzünün tavanına asılı lambalar yıldızlara meydan okuyor. Gece o kadar beyaz ki mezarlarında uyuyanlar nurlanıyor.

                                “Mezarlar bol ışık altında o kadar beyaz idiler ki
                                 Bir damla kan yeterdi onları canlandırmaya”

derken Edip Cansever, sokağın damarlarına ışıktan hayat müjdesi verir. Unutmanın uzağında kalır gece. Herkes yatağını serecek bir yer bulur gümüş sokaklarda.






Sokakları, kaldırımları okurken Necip Fazıl’dan, bir lamba arar içimizdeki korku.

                                  İçimde damla damla bir korku birikiyor;
                                  Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler…

Kaldırımların kara sevdalı eşi, kimsesiz bir sokak ortasında iki yanından akacak sel gibi fenerlerden kaçıp karanlığa sığınır. Esrarlı sokakta can vermeyi hayal eder. Bir başka şiirinde;

                                 “Sokak lambası gibi
                                  Olma ey yâr…
                                  Kime yandığın belli olsun” der.
                                                                        (Necip Fazıl Kısakürek)

Bir sitem mi var? Sevgilinin kime yanacağı belli olsun da sokak lambasının gönlünü herkese kaptırdığı ne malum?

Sevda yağar kış gecelerinde. Yağan kar değildir, lambaya sevdalanmış berekettir lapa lapa. Sokağın gelinidir sokak lambası. Başından dökülen damadın çerezidir kar taneleri…

Gecenin sırrına ortaktır lambalar. Varlığından habersiz belki. Sokağın gizemini aralarken kendisi sır oldu. O, sokağın çocuğudur; kimsesizdir, hep öyle fukara…

Onlar yalnızca ışık değil; umuttur, hayattır, renk renk teldir geceye.

Sığınaktır bir şairin gönlüne, imgesidir şiirin.

Çocukluğumun hatırası, büyüklüğümün cadde ve sokaklarında boy veriyor. “Kar”ın yağışını lamba ışıkları altında izlemek bir başka güzel. Yağmur bir başka bereketli… Sevgiliyle bir lamba ışığı altında sevgiyi temize çekmek bir başka derin.


Gaz lambasında fitil olmak bir başka yanmak, bir başkadır sokak lambasıyla sırdaş olmak.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder